20 Ekim 2010 Çarşamba

"Fransız kalan" sinir bozucu entelektüel cehalet

Özgür Uçkan, FriendFeed'deki hesabında, Milliyet Cadde'de yayınlanan şu yazıyı feed'inde paylaşmış: SiNiR BOZUCU FRANSIZ DENKLEMi BOZDU - Cem Dizdar / Cadde / Milliyet İnternet - http://cadde.milliyet.com.tr/2010... / Özgür Uçkan feed'i: http://ff.im/siAIU

Yazıdan, aşağıdaki alıntıları yapmayı da ihmal etmemiş:

"Fotoğrafçı James Climent, internetten bir hayli fazla şarkı indirdi. Tutuklanan Climent, 20 bin euro cezaya mahkum edildi. Yönetmen Jean-Luc Godard, Climent’e savunmasında yardımcı olmak için bin euro gönderdi."

"Sanatın ‘ticari mülk’e dönüşüm süreciyle birlikte mesele de dönüp dolaşıp şu ünlü ‘fikri mülkiyet’ hadisesine gelip dayanıyor. Öyle ya bir ‘eser’den basan, satan, dağıtan, reklamını yapan, giydiren, yediren, içiren, gezdiren herkes bir biçimde para kazanıyor. Hal böyleyken, ‘eser’in yaratıcısının bu akarı kendi lehine çevirme istediğinden normal ne olabilir! Hatta eserin yaratımında zerrece katkısı olmasa bile çocuklarının da bu akardan ilelebet yararlanmasını istemesi kadar anlaşılır bir durum var mıdır? Tam da bu nedenle Orhan Gencebay, ‘Kürt açılımı’, ‘Alevi açılımı’, düğün, bayram, seyran fark etmez, herhangi bir vesileyle Başbakan Erdoğan’ın yanına her yaklaştığında ‘telif hakları yasası’nı hatırlatıp durmaz mı!"

"Yeni Dalga’nın büyük dalgacılarından yönetmen Jean-Luc Godard, Climent’e savunmasında yardımcı olmak için bin euro gönderdi. Elbette Godard’ın bu tavrı ‘Fikri mülkiyet hakkımız söke söke alırız’ cephesi sanatçılarında ve elbette sanatsever kamuoyunda önemsenecek derecede şaşkınlık yarattı. Nasıl olabilirdi? Bir sanatçı nasıl olurdu da ‘korsan’dan yana olup, ‘emek’, ‘yaratı’ düşmanlığı cephesine omuz verirdi! Godard anlaşılır bir basitlikte açıkladı; “Fikri mülkiyet diye bir şey söz konusu olamaz. Telif hakkı, korunması mümkün olmayan bir haktır. Yazarın hakkı olmaz. Benim hiçbir hakkım yok... Sadece ve sadece görevlerim var..."

"Bence memleket sanat çevreleri için de hayli sıkı bir tartışma konusu Godard’ın sözleri. ‘Sanat’, ‘sanatçı’, ‘hak’ ve ‘görev’ çerçevesinde yürütülecek bir tartışma ülkedeki bir dolu ideolojik/siyasal tartışmaya da ciddi katkılar sağlayacaktır diye düşünüyorum. Ben mi? Üzerine enikonu düşünmedim ama Godard’ın açtığı yolun, gösterdiği ülkünün hiç de yanlış olmadığı kanaatindeyim... "

Bu yorumlar, Özgür Uçkan'ın değil ama bu görüşlere aynen katıldığı, önceki tartışmalardan da anlaşılacağı üzere, sabit. Hatta katılmak ne kelime, Milliyet Cadde'deki bu yorumların ortaya çıkmasında büyük katkısı olduğunu, daha da ötesi bu görüşlerin bir dereceye kadar fikir babalığını yaptığını herkes biliyor. Fakat Milliyet Cadde'ye yansıyan bu yorumlarda büyük bilgi eksiklikleri ve çarpıtmalar var. Memleketimiz Korsan özentisi güruhunun, her zamanki medya kolu, yine paparazzilikten öteye gidemiyor. Dolayısıyla Özgür Uçkan'ın da buradan bir adım öteye gidemeyeceğini çıkarsamak, mümkün.

"Fransa'da, bir fotoğrafçı, internetten bir hayli fazla şarkı indirdi" gibi masum bir kılığa büründürülmek istenen olayda, söz konusu "fotoğrafçının", açıkça, İZİNSİZ bir kullanım gerçekleştirdiği, anlaşılıyor. Fransa'da son çıkartılan yasalarla, telif haklarına yönelik tecavüzlere sıkı yaptırımlar getirilmiş durumda. Bu kullanıcı da, anlaşılan Fransız makamlarının bu konudaki hışmını çekmiş. Yürütülen yasal işlemde bir aşırılık, gereksiz bir gözdağı verme çabası göze çarpmıyor değil. Ancak bütün bunlar, söz konusu "fotoğrafçı"nın yaptığı işin yasadışı ve sanatçı haklarını ihlal edici, sanat emeğini gasp edici niteliğini örtmüyor. Acaba Yönetmen Jean Luc Godard, söz konusu fotoğrafçı, internetten aynı sayıda film indirseydi, ne yapacaktı? Hele bunlar kendi filmleri olsaydı, gene aynı tepkiyi mi gösterecekti? Hiç sanmıyorum.

Bir kere ortada, aşırı şişirilmiş bir müzik endüstrisi ile devlet yardımlarıyla zar zor geçinen sinema endüstrisi gibi iki "eşit koşullarda bulunmayan" üretim alanı var. İkincisi, iki görsel sanatçının dayanışma duyguları neden gözardı edilsin ki?

Bizim korsan güruhunun ve medya beşinci kol uzantılarının düştüğü en büyük hata, bu konularda kendilerini hemen ÇEVİRİ ŞABLONLARINA hapsetmeleri. Hazretler, Batı'da bir hayli yoğun geçmişi olan "intellectual property" kavramını, aynen, içeriğine bakmaksızın getirip "fikrî mülkiyet" olarak çeviriyor ve bunu da, "herhangi bir mülkiyet kavramını" açıklar gibi önümüze sürmeyi marifet sayıyorlar. Halbuki, bir kere, mülkiyeti kast eden "fikrî mülkiyet" anlamı, ta onsekizinci yüzyılda tarihe gömülmüştür. Aydınlanmacılar ve pozitivistler, bu kavramı hukukî bir terim olarak yerleştirmeye çalışsalar da, fikrin bir mülkiyet olarak kabulünün daha o zaman tamamen "ütopya" olduğu anlaşıldığından, bu kavram çabucak terk edilmiştir. E peki Fransa'da felsefe okumuş Özgür Uçkan bunu bilmiyor mu? İşte kasıtlı çarpıtma, budur!

Godard, demiş ki, "Yazarın hakkı olmaz". Bir kere Godard, yazar değil, yönetmen. Edebiyat alanında değil, sinema alanında eser üretiyor. Elifi mertekten ayıramayan medya korsanı, bunu bilemez tabii. Fikrî mülkiyet diye bir şeyin söz konusu olamayacağını, değil Godard, Fransızlar zaten iki yüz yıl önce anladı. Bizim korsan medya hâlâ anlayamadı!

Godard, "Telif hakkının korunması mümkün olmayan bir hak olduğunu" da eklemiş. Eh, bunu da tersinden anlamakta usta ya bizim korsancıklar, hemencecik kendilerine yontmuşlar. Godard, telif haklarının korunmasının mümkün olmadığını söylerken, bu konunun Batı'da çokça istismar edilmiş olduğunu bilerek söylüyor. Yoksa, Godard'ın sözlerinden, 1886 Bern Sözleşmesi'nden beri gerçekte hiç bir sanatçı telif hakkının korunmadığı sonucunu çıkartamayız. Ama bizim korsancıklar, bunu da beceriyor elbette. Bu kadar yetenekliler, yani.

Batı'da "intellectual property" olarak anılan ve bizim "telif hakları" olarak bildiğimiz konu, henüz Türkiye'de tam anlamıyla, genişçe, her sanat dalında uygulanabilecek kadar yeterli deneyime ve bilgiye ulaşamadı. Telif hakları hukuku, ta 1952'de çıkartılan 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) ile düzenlenmesine rağmen, içeriği, sosyal şartlardan dolayı bir türlü anlaşılamadığından, toplumsal uygulamaları da sancılı olmaktadır. Ancak, bu, bir "telif hakları yasamızın olmadığı" anlamına gelmez. Bu bakımdan, Orhan Gencebay'ın Başbakan'a "telif hakları yasasını hatırlatması" için hiç bir sebep yoktur. Korsancıklar, Türkiye'deki telif hakları mevzuatını bu kadar biliyor işte!

Başbakan'ın yanında, yöresinde, çevresinde dolanan müzikçiler, gerçekten sanatçı mı, bunun tartışmasını bu çerçevede yapmamak gerekir elbette. Fakat bunlardan özellikle yapımcıların, patron tavırlarıyla, "Fikrî mülkiyet hakkımız, söke söke alırız" mantalitesinde olabileceklerini düşünmek, mümkündür. Bunlar, şüphesiz, eser sahibi ve sanatçı değil, komşu hak sahibi yapımcılardır. Gerçek eser sahibinin veya sanatçının, "emek ve yaratı düşmanlığı cephesinde" olması mümkün müdür? Bu nasıl saçma sapan bir cümledir?

Velhasıl, Özgür Uçkan'ın ve etrafındaki özenti korsan güruhunun temsil ettiği zihniyet, Türkiye'ye söz konusu Fransız fotoğrafçının verdiği zararın onbeş yirmi katı zarar verecek niteliktedir. Bu zararı, karşılamak istemeyeceklerine ise kuşku yoktur.

L.E.